12 Ağustos 2008 Salı

Sah-i Bilvanis hz Espiye Sohbeti


Tabi muhakkak ki herşey niyetten ibarettir. Levra (çünkü) bütün kitaplarda, hadislerde, ameller niyetlere göredir. Hazreti Resulallah (s.a.v.) öyle buyuruyor. Levra demek ki muhakkak ki gayemiz Allah (c.c.) olması lazım, hedefimiz Allah (c.c.) olması lazım, maksud Allah (c.c.) olması lazım. Eğer gayemiz Allah (c.c.) olduğu zaman çok şeyler değişir, kalbimiz’de ruhumuz’da dünyamız’da herşey’de gaye Allah (c.c.) olduğu zaman değisir, onun için insan dâimâ evinden çıktığı zaman niyetini Allah (c.c.) rızası için yapması lazım. Velev ne kadar dünya işi dahi olsa, ahiret işi olsa illaki insan niyeti getirdiği zaman dünya işinide yaptiği zaman o onun için bir ibadettir. Muhakkak ki günahlar hariçtir, yani günaha gittiği zaman niyeti Allah (c.c.) rızası olması mümkün değildir, onun için muhakkak ki halis niyetimiz olduğu zaman her işimizde fayda göreceğiz inşa’Allah.

Onun için inşa’Allah dâimâ her yaptığımiz işi niyetimiz Allah (c.c.) olduğu zaman, yâ Rabbi bizi muhafaza et, yâ Rabbi bunu senin rızan için yapıyorum, bizi haramdan koru, yâ Rabbi bütün işlerim ne kadar dünya olsun ve ahiret olsun senin içindir yâ Rabbi. Hakikaten insan bu niyeti yaptığı zaman insanın bütün umuru Allah (c.c.) rızası için olmuş olur onun içinde bir ibadettir.

Allah (c.c.) dostlarıda hazreti Resulallah’da (s.a.v.) bu niyetin üzerinde çok durmuşlar, Gavs (k.s.) şöyle buyuruyor: {Ben Şah-ı Hazne’nin (k.s.) yanında iken bir gün Şah-ı Hazne (k.s.) sohbet etti, şöyle buyurdu, dediki: “Vallahi ben buluğ çağına erdiğim’den bu yaşıma kadar ne kadar dünya olsun ve ahiret olsun evvelen niyetimi Allah (c.c.) rızası için getirmeden o işe başlamamışım.”}

Hakikaten büyük bir olay bu, insan acaba hiç birgünmü gafil olmaz? İnsan hiçmi o niyeti unutmaz? Demek ki ne kadar bir gayret büyük bir titizlikle büyük bir hassasiyetle ki buluğ çağından tâ 63 yaşına kadar niyetini Allah (c.c.) rızası için yapmış sonrada o işi yapmış.
Hakikaten bu niyet çok önemlidir, bu niyet müslümanlar içinde çok önemlidir, dâimâ bu niyetin üzerinde durursak inşa’Allah çok herşeylerimizde dünya olsun, ahiret olsun işlerimizde muvaffak oluruz inşa’Allah.
Onun için muhakkak ki niyetimiz Allah (c.c.) olduktan sonra yaptığımız ibadetten lezzet alırız, zevk alırız, sefa alırız, bize lezzet verir, tat verir.

Eğer dünya için ise gösteriş için ise Allah (c.c.) rızası için değilse bizim için birer işkence olur, insan’a sıkıntı verir, insan zevk, tat almaz, insan bir işkencede zanneder kendini.
Onun için insan kalben, bedenen ve ruhen ferahlamak için niyetini Allah (c.c.) rızası için yapması lazım.
Hakikaten insan bakıyorki bu Allah’ın (c.c.) dostları bunun üzerinde çok hassasiyetle durmuşlar.
İnsan Sultan (k.s.) hazretlerinin hayatına baktığı zaman bütün halleriyle hareketleriyle hiç bir gün Allah’ın (c.c.) rızasının dışına çıkmamıştır. Allah (c.c.)’da onunla her tarafa her yere büyük hizmetler nasip etti.
Onun için mademki bizde bu yolun yolcusu isek, bizde hazreti Resulullah’ın (s.a.v.) ümmeti isek, bu Sâdât-ı Kirâm’ın sofisi isek, bizde muhakkak ki onların yolunu takip etmemiz lazım. Resulullahın (s.a.v.) cizgisinin dışına çıkmamak lazım. Hazreti Resulullah’ın (s.a.v.) sünnetinin dışına çıkmamak lazım.
Tasavvufunda adabının ve edebinin dışına çıkmamak lazım ki hiç olmasa yaptığımız şeylerden lezzet alalım, tat alalım, keyf alalım, zevk alalım, muhabbet alalım. Yoksa eğer çıktıgımız zaman, hakikaten lezzet almamız mümkün değildir. Hakikaten biz yola çıktıgımız zaman sırf niyetimiz Allah (c.c.) rızası için insanların hidayeti için olması lazım.

Bir an önce kalkmamız lazım bu gaflet uykusundan, bir an önce kendimize gelmemiz lazım. Bir an önce kendimize çeki düzen vermemiz lazım, bir tek vücud haline gelmemiz lazım, devletimize milletimize dinimize toprağımıza sahip çıkmamız lazım, ayrılık yapmamak lazım, tefrikat yapmamak lazım, müslüman müslümanın aleyhinde konuşmaması lazım, gıybet etmemek lazım, hakaret etmemek lazım, bunlar müslümanlara yakışmaz, bunlar müslümanlara hiçte hiçte yakışmıyor, hiçte hoş güzel bir manzara değildir. Müminler için, muslümanlar için. Muhakkak ki gayret’e gelmek lazım. İnsan kabildir olmuyacak şeyler değil bunlar, hele hele müminler çok daha kabildir, zekidir akıllıdır. Yeterki o zekasını, o kabiliyetini Allah (c.c.) yolunda calıştırsın. Yani muhakkak ki elde edilir, muhakkak ki Allah’da (c.c.) yardım eder, yani kimsenin ümitsiz olmaması lazım. Hakikaten tam öyle bir zaman ki, müminlerin birleşmesi lazım, tefrikat yapmaması lazım, guruplaşmamak lazım, hizipleşmemek lazım, yazık dinde gidecek memlekette gidecek, herşeyde gidecek. Eğer biz hakikaten dinimizi, dünyamızı, devletimizi, vatanımızı, milletimizi ve çocuklarımızı düşünmesek hakikaten çok tehlikelerle karşı karşıyayız.
Onun için muhakkak ki gayret etmemiz lazım, tefrikat yapmamak lazım. Levra (çünkü) insan bakıyorki bu münafıklar müslümanları bölmüşler, kimisini tarikatçı yapmışlar, kimisini nurcu yapmışlar, kimisini süleymancı yapmışlar, kimisini bilmem ne yapmışlar, kimisini A yapmışlar kimisini B yapmışlar. İnsanları birer gurup haline getirmişler, her bir gurubun arasına bir nifak sokmuşlar, yazık değilmi acaba? Neticede hepimiz Allah’a (c.c.) inanıyoruz, hepimizin kitabı Kur’ân-ı Kerîm’dir, hepimizin peygamberi hazreti Resulullah’tır (s.a.v). Elbette Allah’a (c.c.) giden yollar insanların enfası (nefesi) kadardır, herkes muhakkak bir hidayet yolu ile Allah’a (c.c.) kavuşacak, illaki herkes benim fikrim, benim tarikatım, benim yolum diye bir kaide yoktur. Onun için ortadan tefrikati kaldırmak lazım, birleşmek lazım, müslümanlar tek vücud halinde olması lazım.
Kim hangi yolda olursa olsun, yeterki Allah’a (c.c.) secde etsin, yeterki Allah’a (c.c.) ibadet ettiksin. "Bütün müminler kardeştir." Allah (c.c.) buyuruyor, bir tefrikat yoktur, ayrımcılık yoktur, neden mümin bu kadar ayrımcılık yapıyor acaba? İnsan niye düşünmüyor? Demek ki münafıklar bunları aramıza sokuyor müslümanlar bir araya gelmesin. Geldiği zaman çok güçlü olacak, madden, manen, bedenen ve kalben güçlenecek diye ellerinden gelen bütün gayreti sarf ediyorlar, yeterki müslümanlar param parça olsun guruplaşsın bölünsün.

Vatanımızın yüzde doksan dokuzu müslümandır, hepsiylede konuştuğun zaman ben kafirim demiyor. Herkesde diyor elhamdülillah ben müslümanım. Kelime-i şehadet getiriyor. Onun için neden biz bu kadar bölünmüşüz? Neden bu kadar ayrımcılık olmuş? Öyle bir hale gelmişki, bir mümin bir mümini gördüğü zaman bu benim yolumda olmadığı icin buna selam verilmez diyor. Ne kadar garip’tir. Ne kadar acı bir durum dur. Hakikaten insanın ağlayası geliyor. Hakikaten insan utancından başını Allah’ın (c.c.) huzurunda kaldıramıyor, Resulullah’ın (s.a.v.) utancından insan başını kaldıramıyor. Bu kadar mümine bu kadar Allah’ın (c.c.) kuluna insan zulüm yaparmı acaba? Kendi nefsimizede zulüm yapıyoruz, kardeşlerimizede zulüm yapıyoruz. Yakînen biliyorum ki insan aynı caminin cemaatidir, aynı safta namaz kılıyor onun tarikatı veya onun gurubu ayrıdır diye selam vermiyor. Ne kadar gariptir. Halbuki Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Bir mümin bir müminle 3 günden fazla konuşmadığı zaman benim şefaatim onun üzerine vacip değildir,"
Ne kadar gariplikler içerisinde yaşıyoruz. İşte bunlar hakikaten cehalettir, cehaletin ötesindede hiç birşey değildir.Maksat Allah (c.c.) olsun, nerde olursa olsun, hangi yerde olursa olsun. Önemlimidir! Yeterki Allah’a (c.c.) secde etsin, yeterki şehadet getirsin. Hepsi abilerimizdir, büyüklerimizdir, kucak açacağız.Neden camiye gidiyoruz, neden cumaya gidiyoruz, neden bayram günleri olmuştur, neden düğün günleri olmuştur, neden sünnet günleri olmuştur? İşte müslümanların sosyal dialoğu içindir. Müminlerin bir birini tanıması içindir, bir birleriyle kaynaşması içindir, bir birleriyle bir araya gelmesi içindir, madden ve manen bir birlerine kaynaşması içindir. Rasulullah’ın (s.a.v.) sünnetleridir bunlar. Ama biz bu sünnetten nefretle kinle dolu olarak bir birimizden ayrılıyoruz. Bu müminin evsafı değildir, bu mümine yakışmaz, bu muslümanlara yakışmaz, bunu kaldırmamız lazım, ruhen, bedenen, fikren bunu kaldırmamız lazım. Bu kinlerin olmaması lazım. Bu böyle yakışmaz, hele Resullah’ın (s.a.v.) ümmetine hiç yakışmaz, hele hele tasavvufta olan insanlara hiç yakışmaz.Tasavvufun amacı ne? Nefs-ü şeytânı öldürmek içindir. Bu kadar zikir çekiyoruz, bu kadar ibadeti yapıyoruz ki nefs’e teslim olmamak içindir, nefsi yenmek içindir, kalkıpta nefsin peşinden gidersek nefsin sözünü dinlersek, o zaman demekki tasavvuftanda bir şey anlamamışız. Kendi yolumuzdanda bir şey anlamamışız. O zaman nefsimiz dahada kabarmış dahada nefsimizin pençesine girmişiz, nefsimizin esiri olmuşuz. Onun için bu nefisten kurtulmak lazım, bir tarafa atmak lazım. Nefs şeytan hele mümine hiç yakışmaz, hele hele Rasullah’ın (s.a.v.) ümmetine hiç yakışmaz, hele hele tasavvuf ehline hiç yakışmaz. Olurmu öyle şeyler, yaptığımız ibadetler o zikirler boşamı gidiyor? Demek ki gafletle zikir çekiyoruz, gafletle yapıyoruz. Huşu içinde yapmıyoruz, uyanıklıkla yapmıyoruz. Demek ki kalbimiz başka yerde, parmağımız başka yerde. Olmaz öyle, kalp, ruh, beden bir olması lazım, huşu içinde olması lazım, Allah’ın (c.c.) huzurunda olması lazım. Bunun için kendi nefsimizi çok kötü görmemiz lazım. İnsan kendi nefsini azılı olan kafirin nefsinden daha kötü görmesi lazım ki insan maksadına varsın, insan yükselsin, istediği yere gelsin. Yok biz dahada yukarlara çıkartıyoruz, göklere çıkartıyoruz olmaz. O zaman biz hakikaten dahada perişan olmuş oluruz. İtaatlerimiz nerde, muhabbetlerimiz nerde, aşkımız nerde, feyzimiz nerde, bereketimiz nerde, cezbemiz nerde, nerde hani? Demek hep nefsânî arzuların peşinden gitmişiz, onun yüzünden bitmişiz.


Onun için mutlaka bunlardan vaz geçmek lazım, gayret etmek lazım, örnek olmak lazım. Çünkü müslüman örnek olduğu zaman, müslüman çok hassastır beyaz bir perde gibidir, bem beyaz bir perdedir, o perdenin üzerinde ufak bir siyah leke olduğu zaman, herkesin gözü erişir o noktaya. Çünkü müslüman tertemizdir, bem beyazdır, günahtan bir nokta vurduğu zaman, bir leke geldiği zaman, herkesin gözü erişir ona, ama kafir sim siyahtır, binlerce siyah noktalar gözükmüyor, münafıktır taat yapmıyor, ibadet yapmıyor, Allah (c.c.) yoluna gitmiyor, günah işliyor, her tarafı kap kara olmuştur. Kimse onun lekesini görmez. Ama müslüman bem beyazdır, en ufak bir leke müslümanda gözüküyor. İşte o leke olmamak lazım, bem beyaz olmak lazım, herkes parmakla göstermesi lazım. Bir yere gittiği zaman, bu mümindir, bu müslümandır bu Resulullah’in (s.a.v.) ümmetidir, hele hele tasavvuf ehlidir diye.göstermesi lazım.
Ahlâken, bedenen, yemesiyle, içmesiyle, konuşmasıyla, hareketleriyle, ticaretiyle, herşeyi ile, dört dörtlük olması lazım. Biz öyle olduğumuz zaman, örnek olmuş oluruz. Bizi görenlerde acaba neden bu bu kadar güzel hale girmiş diye arayış içine giriyor. Bu insan nasıl böyle güzel olmuş, ben de öyle olmak istiyorum diyor. Biz kötüysek ahlâkımız kötüyse, ruhumuz, bedenimiz, yememiz, içmemiz, konuşmalarımız, ticaretimiz, hep islamın dışında olduğu zaman, kardeşim ben zaten öyleyim daha nere gideceğim sabit kalsam yerimde daha güzeldir diyor. O zaman hem kendimize zarar veririz hem islamiyete veririz hemde insanlara zarar vermiş oluruz. Onların hidayete gelmeyişine sebep olmuş oluruz. Bunun için bize çok büyük görevler düşüyor. Çok calışmamız gerekiyor.Allah (c.c.) muvaffak etsin.Allah bizi nefs-ü şeytan’dan halas etsin inşa’Allah.

Sah-i Bilvanis hz Sohbeti

Tabii adap çok önemlidir. Adap o kadar önemli ki tarikata o kadar çok etkisi oluyor ki.Şeyh Alaaddin kaddasallahusırrahulaleyn Şah-ı Haznenin oğlu, çok güzel bir tarifi var.Adabı anahtara benzetmiş.

Kilit, anahtarın bir dişi fazla olsa kilidi açmıyor. Bir dişi eksikse gene açmıyor.İlla anahtarlar kilidin dişlerini birbirini tutacak ki kilit açılsın.

Nakşibendi tarikatının da yine adabı öyle.Bir dişi fazla yaparsanız yine kilidi açamazsınız.Bir dişi az olursa yine kilidi açamazsınız. İlla ve illa muhakkak ki kilitle anahtarın dişleri tutması şarttır ki o anahtar açılsın.

Onun için adap çok önemlidir. Evvela Allah’ın şeriatı. Resulullahın sallallahualeyhivesellem sünneti. Sonra tarika-ı alinin adabı ve edebidir.


Özellikle size söylüyorum. Adabın birincisi.Mürşidimizin, Mürşidi olan Şeyh Seyyid Muhammed Raşid kaddasallahusırrahulaleyn, hazretleri, Gavs kaddasallahusırrahulaleyn hazretleri bulunduğu yer neresidir menzildir.Evvela bir kardeş olarak ben bütün sofilerin gelen Seyda-i Molla Abdulbaki kaddasallahusırrahulaleyn hazretlerinin tüm sofilerine (Şahımız kendi şeyhinin ismini vermiştir.) izinleri var.

Her zaman Menzil’i, Gavsın merkadını, sultanın merkadını ziyaret etmesinde serbesttir.Hiç birisi izin istemeden her zaman her an Gavs’ı, Sultan’ı ziyaret edebilirler.

Yani bu Seyda-i Molla Abdulbaki kaddasallahusırrahulaleyn hazretlerinin tüm sofilerine tamamen serbesttir.


Her hangi bir Mürşid-i Kamili, Bir Allah dostunu, bir ulamayı görürseniz gene Seyda-i Molla Abdulbaki kaddasallahusırrahulaleyn hazretlerinin tüm sofilerine Serbestir, istediğini ziyaret edebilir, istediğinin hatmesine girer, istediğininde teveccühüne girebilir.

Eğer Erkekseniz. Rabıtanızı yapın isterseniz bin tane Mürşid-i Kamil’in huzuruna gidin hiçbir şey olmaz. Yeter ki o cesareti kendinizde görün, yeter ki kendinize güvenin, Muhabbetinizi arttırın. İnsanın muhabbeti olduktan sonra insan kendi şeyhine bağlı olduktan sonra kesinlikle binlerce Mürşid-i Kamilin huzuruna gitse hiçbir şey olmaz. Hiç endişeniz olmasın.

Sultan hazretleri kaddasallahusırrahulaleyn hiçbir sofisine bir ambargo getirmemiştir.Hiçbir sohbetinde dememiştir ki Gavs’ın sofileri bir şeyhi ziyaret etmeyin.Mürşid-i Kamili ziyaret etmeyin dememiştir.Neden Lavra ( çünkü) Sultan kendinden emindi. Lavra Sultanın sofileri yüzbinlerce Mürşid-i Kamil görse zerre kalbi oynamazdı. Lavra kendinden emindi.

Emin olan insan hiçbir mümine ambargo getirmez. Onun için Rabıtanızı yapın. İstediği kişiyi ziyaret edebilirsiniz. İstediğinizin teveccühüne girebilirsiniz, istediğin hatmesinede girebilirsiniz. Hiçbir engel yoktur. Olması da mümkün değildir. Yeter ki rabıtanız sıkı olsun. Yeter ki aşkınız olsun. Yeter ki muhabbetiniz olsun.


Yeter ki teslimatınız olsun. Teslimat olduktan sonra, hiçbir şey olmaz.